Ertesi günü Mustafa'nın takıldığı oyun salonu ile kumarhane tipli bir yere gittim. Hani normalde tek ve büyük odalı dükkan tarzı olur ya bunlar, işte burası pek öyle değildi. Bir apartman dairesiydi.
Sıradan bir daire, illegal miydi ondan emin değilim, lakin üstünden bunca yıl geçmiş, herhalde illegal olsa dahi başıma bir iş gelmez yazdığımdan ötürü...
Arada bir masa var üstünde telefon, eski tip metal küçük anahtarla açılan çekmeceler, iç odada ilgili adamın masası artık ne ile ilgiliyse bilemem orayı ama makam gibi bir koltuğu vardı.
Arka cepheye bakan 2 odada da oyun oynanıyordu, sanırım o bahsettiğim makam odası gibi olan, arada ağır abileri ağırlamak falan içindi...
Her neyse buraya geldim, orada sürekli bulunan, 30 yaşlarında kutlu adında bir elemanın yanına çöktüm, Mustafayı beklemeye başladım.
O zaman telefon olmadığı için, ya da herkesin değil de sadece zengin ve üst düzey adamların olduğundan ötürü (-ki çağrı cihazı vardı sanırım) haberleşemiyorsun ben geldim şu bu diye.
Kutlu ise arada sırada 2 oda ya uğruyor bir şey isteyip istemediklerini soruyor vs...
Kırk, kırk beş dakika sonra dış kapı açıldı Mustafa ve yanında 3 kişi içeri girdiler...
Adamlar kutlu ile tokalaştı beni es geçti... Mustafa yine o klasik alaycı tavrı ile elini omzuma attı ve adamlara beni göstererek bu da benim çırak dedi..
O muamele hiç hoşuma gitmedi... Adamlar merhaba gardaşım falan dediler, hafif toka ettik ve peşlerinden o bahsettiğim makam odasına girdim.
İçlerinden kısa boylu, pala bıyıklı olanı gidip çöktü baş köşeye, kutluyu çağırıp bira falan almasını söyledi, soran olursa toplantıda falan dersin çekti...
Ben Mustafa'nın yanına sandalye çekip oturdum. Adam bana birkaç sual sordu, adın ne, nerelisin, baban ne iş yapıyor ,sen ne iş yapıyorsun gibisine...
Mustafa arada lafa girip beni övüyordu, işte çok değerli bir kardeşimiz falan...
Benim hiç alışık olduğum bir ortam değildi, o şehre çok yeni gelmemiştim fakat adamların kim yahut ne olduğunu zerre kestiremiyordum.
Tek bildiğim makam koltuğunda oturan kısa boylu pala bıyıklı adamın, 10 kilo da..ak sahibi olma ihtimali idi... Götü yere yakın olandan korkacaksın derler ya, doğrudur.
Kutlu biraları getirdi yanına da 2 tane kızarmış piliç, lavaş falan yaptırmış. Benim de önüme koydular ben içmem dedim...
İç iç delikanlı falan yaptı pala bıyık, abi ben kullanmıyorum dedim...
Günahtır da diyemiyorum, adamlar her halinden belli harama batıp çıkmış oldukları...
Günah dersen orada posta koymak gibi olur. Bu tür hususlara maruz kalırsanız aklınızı başınıza alın. Ortama illa katılmanız gerekmez lakin görüşlerinizi de çok ön plana çıkarmayın.
Midem yanıyor falan dedim... İç diyorum ula ! dedi... Bu 'ula' hitabını sevmesem de, onun benim çekinmemem adına samimiyete bağlama cümlesi olduğunu bildim, fazla aldırış etmedim.
Hanzolar böyle iletişim kurarlar birbirlerine. Sevgilisine 'orospum' diye iltifat eden adam gördü bu gözler.
Güç bela elime aldım şişeyi, az yemekten yedim. Yaklaşık 1 saat muhabbet döndü, hep atarlı konuşmalar.
Diğer elemanların isimlerini versem de olur fakat çok önemli meselelerde yer almadılar, sadece 1-2 yerde geçerler.
Bahsettiğim kısa boylu, masaya çöken, beni ula diye çağırana 'pala' diyelim akılda daha kolay kalır...
Uzun boylu pörtlek gözlü olana hakan, diğer elemana da ali diyelim. Bir de bizim barzo Mustafa..
Neyse, pala Mustafa'ya dönerek o kadar muhabbet sonunda, ''Hocam yarın öğleden sonra Yozgat'a gidiyoruz o zaman'' dedi. Mustafa'da gidelim abi, ben geceden gerekenleri hazırlarım, Hakan da arabayı getirir 5 kişi gideriz dedi.
Adam delikanlı da mı gelecek deyince, Mustafa elbet ya onsuz olmaz dedi. Yozgat'a ne için gideceğiz haberim yok tabi.
Aralarında şöyle yaparız, böyle yaparız falan dediler. Mustafa aslen Yozgat'ıydı.
Tahminen 3-4 saatte varırız falan dediler. Pala detektör tarzı bir şeylerden bahsedince duruma uyandım..
Mustafa'nın o taraflara gömüye gidecektik... Çok tuhaf bir duygu hem heyecan hem korku hissediyorsun. Define işine de hevesim var, Mustafa'ya kitap getirmiş nihayetinde falan. Bayağı heyecan yaptım.
Mustafayı götürme amaçları bazı gömüler korunur, cinlerin ise onlarla irtibat halinde olan adam, hoca. Her ne haltsa anlaşma yapar. onlardan müsaade ister, karşılığında bir şeyler verir...
Mesela bizim değerlerimizle o varlıkların değerleri bir değildir... Senin dünyanda kıymetli bir şey onun için anlam ifade etmez...
Örnek vermek gerekirse; hayvan kemiğine ve et artığına yahut leşe bayılırlar... Pirinç ya da bulgur artığını severler... Hatta bunları peygamber bile hadisinde bildirmiş...
EEE peki madem bunların aleminde değerli olan bizde aynı değerde değil o halde neden altına hevesliler...
Valla anladığım kadarı ile kıskançlar, çocuk gibi benciller... Orada amaç, verip almak değil, o gömüyü bırakan bunlara karşılığında bir şey vermiştir onlarda karşılık olarak onu muhafaza eder...
Ha anlaşmalara her zaman sadıklar mıdır ? Eğer anlaşmayı yapan bahsettiğim gibi aslan gibi bir hoca değilse, anlaştığı adamdan dahi malını kaçırır... Zarar görmekten ziyadesi ile korkar bu mahlukat... En korktukları canlarını yanmasıdır...