Cafe'nin önüne vardığımızda, deri ceketli 35 yaşlarında biri araca 15-20 metre uzaktan selam verircesine el kaldırdı. Müsait bir yere park ettik, yanına doğru yaklaştık.
Kollarını açarak sonunda istediğin oldu sanırım dedi.
Bir yandan başıma kötü bir şeyler gelecekse, bir an önce olup bitmesini arzuluyordum.
Endişe ile bekleyişten daha acı bir şey pek yoktur sanırım. Sürekli bir olumsuzluk beklemektense, o olumsuzluğun bir an önce yaşanıp bitmesini ister insan bazen.
Hayatını düşün, şu an için paranormal kabul ettiğin tüm olayların, seri şekilde ve defaatle gerçekleştiğini hayal et. Bir süre sonra gerçeklik, o eksende kabul görmeye başlıyor. İlkin küçük dilini yutacağın olaylar, normal artık, kıvamında seyrediyor.Aracınızla devam edelim, hala gelmeye kararlıysanız tabi dedi. Erhan abi sorun yok dedi, bende fark etmez dercesine dudak büktüm.
Tekrar araca yöneldik. Erhan abi'ye ben kullanabilirim değil mi ? diye sordu. Adamda öyle bir ses tonu, kendinden o denli emin bir duruş var ki; soru cümleleri bile kafamızda ünlem etkisi yaratıyordu.
Erhan abi havalı bir şekilde anahtarı bıraktı avucuna, kafana göre takıl dedi. Bir nevi psikololojik üstünlük kurma savaşı.
Adam bizi avucuna almış yaptıkları ile aslında. Erhan abi ise durumun pek böyle olmadığını ispatlama çabasında adama.
Gidiş faslında normal havadan sudan bir muhabbet oldu. Herhangi bir şekilde bizi tedirgin edecek tuhaf kehanetlere girişmedi. Kibirli biri gibi görünüyordu ama istediği zaman güven verebilen bir tarafı da vardı.
Beni en çok etkileyen şey kendinden fena halde emin duruşuydu. Bu yakışıklılık değil, karizma gibi bir şey. Hani farklı bir havası vardı adamın.
Orta uzunlukta bir sakalı, yanları kırlaşmış, çene kısmı siyah. Elinde birkaç tane koca taşlı simgeli yüzükler. Kolunda pahalı bir saat. Yoldaki hacı abi ile tek ortak noktaları sakalları olabilirdi.
Biraz daha elit bir adam görünümdeydi. modern dinci modeli. Tayt giyip türban takan yeni nesil aleyna, kübra, elifsu modelinin erkek versiyonu.
Evine vardık, öyle ahım şahım bir iş değil ama korku filmleri ile de alakası yok.Giriş kısmı kasvetli bir apartman, üçüncü kata çıktık.
Burası dedi ve zili çaldı. Kapıyı gençten bir oğlan açtı.
Sarışın, ufak tefek bir oğlan. Gözleri mavi ama pis bir mavi. Ölü balık gibi bakıyor derler ya, aynen öyle.
Hafif pörtlek gözleri, bozuk bir kemik yapısı var. Tüm bunlara ilaveten hayli cılız.
Uyuşturucu müptelası gibi oğlan, saç baş karışık. Lise bitince saçları salan kıvırcık ergenleri andırıyor. Uykulu gözlerle yere bakarak açtığı kapının arkasından kayboldu iç odaya.
Yerdeki mavi terliklerinden giydik üçümüzde ayağımıza.
Burası da bizim fakirhane dedi, isminin biraz sonra Sadık olduğunu öğreneceğim büyücü.
Harbiden fakirhaneydi. Bizde bile plazma varken, tüplü televizyon kullanıyordu Sadık
Eve bakınca maddi durumunun pek ahım şahım olduğu söylenemezdi.
Uzun kanepeler odanın dört yanına diziliydi, yaz mevsimi olmasına rağmen yerler full halı kaplıydı.
Eski tip kalın perdeler, sigara dumanından sararmış ve yer yer kararmıştı.
90 ların evlerini andırıyordu. Duvarlar desen fıstıki yeşil eski tip plastik boya kaplı. Naylon terlikler ayağımızda oturduk bir kanepeye yan yana.
Abdullah çay getir dostum ! diye seslendi Sadık içeriye. Biraz sonra bize kapıyı açan mavi gözlü oğlan elinde bir tepsi ile geldi içeriye.
Yine ölü gibi bakıyordu. Göz temasına girmeden bıraktı sehpaya ve sallanarak çıktı odadan.
Normalde uyuşuk tipleri sevmem, ama Abdullah'a karşı içimde alakasız bir merhamet uyandı.
Tiksinmedim, kınamadım ama alakasız bir merhamet duydum diyebilirim. İnan ki o an sadıktan ziyade Abdullah'la konuşmayı yeğlerdim.
Burada mısın ? diye seslendi sadık. Evet hocam dalmışım dedim.
Cidden daldın dedi. Bakalım beraber bu dipten ne çıkaracağız. Belki inci, belki yosun...