Suriyeliden intikal ettiğim doğrudur, ancak yanımda başka biri ile intikal ettiğim yalandır.
Bahsettiği varlığı benden sonra bulmuş. Bu varlıklar sürekli seyir halindedir, olayları incelerler... Kısacası Mustafa'dan haberleri vardır bir şekilde, boşta kalınca kendi emelleri adına bu işte yetişmiş bir insanoğlunu kaçırmak istemezler.
Siz insanlar nasıl ki en yakın arkadaşınızın dahi sevgilisi ayrılınca ona yavşıyorsunuz aynı durumdur. Fakat benim esas aldığım benimle anlaşan kişidir, kusura bakma ama basit insanlar için aynı saftan olduğum bir canlı ile elbette uzlaşabilirim.
Haksızlığını kabul etti ve bana bir bedel ödedi, karşılığında Mustafa'dan himayesini çekti ve kaçınılmaz son gerçekleşti.
Peki, kan olayı... Palanın kanını onun için aldığını söylemişti
Yalanları ve sadakatsizliği yüzünden geberen bir adamın sözlerini çok ciddiye almışsın. O da benim içindi... Tora yı bilir misin? Orda der ki kan ruhtur.
Kutsal kitaplarda yazan her söze yanaşma sakta bir çoğu hakikatleri içerir. Hele ki bu hususlarda. O ruh benim ruhumu besler.
O halde tüm bunları neden bana anlattı? Pekala hiç bahsetmeyedebilirdi.
'' İnsanların yapısını çok iyi biliyor. Kendi pisliğini meşrulaştırdı. İnsanlar bildikleri ya da inandıkları şeyleri pek fazla sorgulamazlar.
Bu tip bir olayı görüşmelerimizde benden saklamanı dolaylı yoldan sağladı. Aslında saklamak denemez, sadece söylemene engel oldu. Bunu ise dediğim psikolojiyi üstünde yaratarak yaptı. Unutma insanlar bilinenleri anlatmayı pek sevmez...
Peki, madem kendisi sebep olmuştu, nasıl muhtarın kızı öldürmüştü.
O sadece telkin vermiş, bu saçmalığa girmesini sağlamıştı... Mustafa kendi varlığına güvenmiş ve sonuçtan emindi, oysa elinden imkânı alınca mesele vukuu bulmuştu...
Çaycı ile olan diyalog ve trans halimin devamı üzerinden;
Artık neyin ne olduğunun bilincindesindir umarım. Bu girdiğin yolun kenarları uçurum ve karanlık kaplı, tek şulen ise benim. İster itaat edersin, ister yoklukta kör bir nokta olmayı seçersin.
Mecburi bir ifade ile evet dedim.
Başka çarem yoktu, çaycı ya da ezilen kimseler gibi sövebileceğim nesnelerim bile yoktu. İnsan kınadığını yaşamadıkça ölmez derler, az evvel hakkında afilli felsefik tespitler yaptığım çaycıdan da beterdim. Bir sır ve o sırrı taşıma mecburiyetinin yükü omuzlarımda, siteme ise katiyen yer yok.
Birden bire gözümün önünden kayboldu kadın ve ışıkla yeniden tanıştı gözbebeklerim.
Çaycı yere dizi üstüne çökmüş, başım göğsünde yere serilmiş bir haldeyiz. İlk sorduğum
Ne kadardır bu haldeyim? Oldu...
En fazla yarım dakika kadar. Biraderim, iyi misin? Şuurunu kaybettin sandım, yanıtını alınca bu görüşmelerin beynimde rüyaya benzer bir halde, zaman kavramında bağımsız gerçekleştiğine emin oldum.
Endişesi her halinden belli olan çaycı; ölüyorsun sandım kardeşim, çok korktum, çırpınıyordun... Kalbin mi?
Yok dedim. Kalple falan alakalı değil. Çocukluktan gelen bir rahatsızlığım var benim, kısa süreli bu hali yaşarım. Endişelenme benim için, sağ olasın...