Yerde sarı bir şey parlıyordu, gözlerimi kısıp dikkatli baktığımda, gördüğümün altın olduğunu fark ettim.
Evet, evet bu altındı, demek ki bu mağarada bir gömü vardı.
Altını görünce daha dikkatli biçimde inceledim, herhangi bir şey göremedim başka.
Peki o altını gündüz geldiğimde neden görmemiştim... Bu düşüncenin üstünde durmadım pek, ama içime bir tereddüt düşmüştü bir kere.
Bu gördüğümü oğuza haber vermeli miydim? Hepsi benim olabilirdi, hem bu mağarayı ilk ben görmüştüm değil mi? Bu benim hakkımdı.
Bu düşüncelerden sonra kafamı yavaşça delikten çıkardım, fakat bir gariplik vardı. Etraf kapkaranlıktı. Sadece benim telefonumun ışığı yanıyordu.
Işığı mağaranın çıkışına doğru tuttum ve oraya doğru yürüdüm. Oğuz diye bağırmaya başladım, ama hiç cevap alamıyordum.
Mağaradan çıkmak için duvara ayağımı atmak üzereydim ki, yine arkamda birisinin olduğunu hissettim.
Tüylerim diken diken oldu, çünkü her yere iyice bakmıştım.
Oğuz yoktu mağarada, peki arkamda hissettiğim şey kimdi. Ani bir reflekse hemen başımı döndürdüm hiçbir şey yoktu arkamda, mağaranın girişinin olduğu kısma baktım ayışığının cılız etkiyle bir karaltı görünüyordu.
Akşamüstü ağaçların altında gördüğüm siyahlı varlık, şimdi mağaranın girişini kapatan duvarın önünde duruyordu.
Ama yüzü duvara dönüktü. Sabit bir şekilde duvara doğru bakıyordu. ''teale huna'' dedi zar zor çıkan, mırıldanmayı andıran bir sesle bir sesle.
Ben yerimden bile kıpırdayamıyordum, o siyah çarşaflı varlık ise bana doğru dönmeye başlamıştı ''Teala huna'' dedi tekrardan.
Ben gözlerimi sımsıkı kapatıp kafamı yere eğebildim sadece, telana huna dedi tekrardan bütün mağarayı dolduran korkunç bir sesle.
***
Gözlerimi açtığımda salondaydım, bilgisayar göbeğimin üstünde duruyordu, uyuyakalmıştım.
Bilgisayar ekranının ışığı yanmıyordu, şarjı bitmişti. Hemen ışığı açmak için kalktım, ışığı yaktıktan sonra, önce salona göz gezdirdim anormal bir şey yoktu.
Koltuğa oturup bir sigara yaktım. Gördüğüm kâbusu düşündüm. Bu nasıl bir kabustu böyle, her şey o kadar gerçekçiydi ki.
Bunları düşünürken saate baktım gecenin körüydü, sabaha daha çok vardı. Annemleri uyandırmayı düşündüm, ama bu yaşımda böyle bir şey yapmayı yediremedim kendime.
O gece sürekli sigara içerek sabaha kadar bekledim. Sabah ezanı okununca rahatladım kendimi yatağıma bıraktım.
Telefonun zil sesiyle uyandığımda saat 12'yi bulmuştu. Arayan da Oğuz'du hemen açtım. Ona soracaklarım vardı. Sanki içimi okumuştu, ben onu aramadan o beni aramıştı.
Ne yapıyorsun dedi Oğuz, telefonu açar açmaz. Sorusuna cevap vermeden.
Kardeşim çok garip bir rüya gördüm, sende vardın rüyada... Telefonda anlatmak uzun sürer sizin eve geleyim orada anlatırım dedim.
Tamam, kardeşim gel dedi. Evde hemen bir şeyler atıştırdım, sonra da evden çıktım.
Kapıyı çaldığımda sanki beni bekliyormuş gibi saniyesinde kapıyı açtı. İçeri geçtiğimde çayı demlemiş, ince belli bardakta çayımı getirdi.
Bende rüyamı anlatmaya başladım. Anlatmamı bitirdikten sonra gülmeye başladı.
Salak salak gülme lan dedim. Kardeşim kusura bakma da sen o mağaradan baya etkilenmişsin, en iyisi biz seninle birkaç gün o taraflara doğru yürümeyelim dedi.
Gülmesi ve dalga geçer gibi konuşması sinirime dokunmuştu.
Birader, bu anlattıklarımın nesi komik, sende gördün o siyah çarşaflı varlıkları. Sakın bakma onlardan tarafa dedin.
Senin, sakın onlardan tarafa bakma dediğin şeyler benim rüyama girdi, kabusum oldu işte.
Kardeşim, kusura bakma ben senin bu kadar etkilendiğini tahmin edememiştim. Ama burası köy yeri, olur böyle şeyler dedi.
Çayın yanına bir sigara yaktım. Köy yeri derken nasıl yani, ne demek istiyorsun. Böyle şeyler köylerde normal mi. Yani o varlıkları görmek sıradan mı dedim.
Kardeşim, etrafına bir bak her yerimiz orman, geceleri ezan sesinin ulaşmadığı bütün gölgeler onlarla doludur, geceleri ormanın içinden onların düğün alayları geçer dedi.
Peki, biz onları gördüğümüzde gece olamamıştı, ayrıca cami de var köyde, onları neden gördük dedim.
Bilmiyorum, benim bu konulardaki bilgim kısıtlı, ama sana öğrettiğim duayı hatırlıyor musun? Onu oku, aklına onlar düştüğünde o dua seni korur dedi.
Dediklerine karşı hiçbir şey demedim. Bardaktaki çayımı bitirdiğim gibi kalktım.
Birader ben eve gidiyim artık.
Nereye gidiyorsun daha yeni geldin falan demeden, tamam kardeşim dedi.
O gün hava kapalıydı, öğle vakti evde sıkıntıdan duramadığım için köye doğru yürüdüm. Gidip kahveye oturdum.
Niyetim; benimle konuşmaya çalışan birisi olursa, ona çam ağaçlarının arasından geçen patika yolun sonundaki tarlaların, neden boş olduğunu sormaktı.
Nedense her şeyin o mağarayla alakalı olduğuna dair bir his vardı içimde.
Kahveye girdiğimde selam verdim ve bir çay söyledim..