Aradan 2 gece geçti. Saat, gece yarısı biri gösteriyordu.
Çiftlik köyün biraz dışında kaldığından, hemen hazırlıkları yapıp, büyükbabamın o zamanlar yeni aldığı sıfır, bagajı geniş BMW'ye atlayıp, köyün yolunu tuttuk.
Herkesi alıp, değirmenin yolunu tutmamız 01.30'u bulmuştu. Diğerleri çiftlikteydi.
Baştan beri kötü bir şey olacağını biliyordum, ama kimseye renk vermedim, korktu bu demesinler diye.
Zifiri karanlık, toprak yolda önümüzü farlarla zorlukla görüyor bir vaziyette yola devam ettik. Ve sonunda değirmene vardık.
Yüksek toprağın üzerine çıkarak farlar kapıyı aydınlatacak şekilde bıraktık arabayı. Bıraktığımız yer hafif eğimli, arabanın el freni çekik, vites R de.
İnip bagajdan kazma, kürek, detektör ve çalı makasını aldık.
Tayfun abi kapıdaki otları kesti, sonra hep beraber içeri doluştuk, anormal hiçbir şey yoktu.
Babam detektörle biraz gezinip, öten yeri bulduktan sonra, amcam eline kazmayı aldı ve kazmaya başladı.
Tayfun abi Hamdi abi (Köyden bir abi) ve ben elimizde küreklerle bekliyoruz.
Bismillahirahmanirrahim diyen amcamın ilk kazma darbesini, yerdeki ince çatlaklı betona indirmesiyle, arabanın alarmının çalmaya başlaması bir oldu.
Bu kadar sağlam ve cuk oturan bir zamanlamayı hayatım boyunca hiç görmemiştim.
Panikle hepimiz bir anda dışarı fırladık.
El freni çekik, geri viteste bıraktığımız arabanın, çürümeye yüz tutmuş tahtalardan yapılmış değirmene doğru kaymaya başlamış olmasıyla şok yaşamıştık.
Babam koşarak siyah bmw'nin açık camından kolunu sokarak, inmiş el frenini çekti.
Kendiliğinde kurtulmuştur fren yerinden diyerek, kendimizi kandırdık ve tekrar değirmene girdik.
Amcam tekrar kazmayı vurmasıyla, alarmın ötmesi bir oldu.
Bu kez, kazma kürek ne varsa orada bırakıp, apar topar arabaya doluştuk.
Yolda, sessizliği bozan tek şey arabanın çalmaya devam eden alarmıydı. Ve arabada bir tuhaflık olduğu çok rahat anlaşılıyordu.
Durduk yerde birden gaz veriyor, frene basıldığında ya aniden duruyor, ya da hiç durmuyordu.
Çiftliğe varmamıza 2 km kala, zifiri karanlık çakıl-toprak yolun ortasında motor durdu. Motor durdu ama, alarm ve korna çalmaya, kafamızı ağrıtmaya devam ediyordu.
Şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Ve kimsenin dışarı çıkmaya gözü yemiyordu.
Amcam daha fazla dayanamayıp arabadan indi, kaputu açıp akünün kutbunu çekti. Alarm susmuştu, ama farlar da gitmişti.
Hamdi abi, babam ve amcam motora bakarken, biz tayfun abiyle arabanın bagajının arkasında fenerlerle etrafa bakıyorduk.
Tek duyabildiğimiz belli belirsiz birkaç köpek havlaması ve kurt ulumasıydı.
Tayfun abiyle bir yandan etrafa bakıp, bir yandan da babamları dinleyerek kurt seslerini duymamaya çalışıyorduk.
-Hamdi, ne oldu lan bu arabaya?
-Valla ne bileyim Hüseyin abi, ama hemen sorunu halledip gitmezsek, sonumuz hiç iyi olmayacak.
-Haklısın bir an önce depolup gidelim buradan.
Konuşmalarıyla bilinçaltımdaki korkuyu bastırmaya çalışırken, tayfun abinin sabit bir yere bakakaldığını ve bacaklarının titremeye başladığını gördüm.
Adeta nutku tutulmuş, ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordu.
Baktığı yere bakmayı hem merak ediyordum, hem de cesaret edemiyordum.
Sağa döndürerek Tayfun abiye baktığım kafamı, ağır bir şekilde önüme doğru çevirmeye başladım.
Boynumun dönmesinden kaynaklanan, omurilik soğanımın çıkardığı sesi duya duya, her salise korkumun katsayısı arta arta dönüyordum o tarafa doğru.
Belki de delirmeme neden olan şeyi görecektim, ama buna mecburdum.
Kafamı hizaya getirip, uykusuzluktan örümcek ağı bağlamış göz kapaklarımı ağır ağır açtım.
Karşımda gördüğüm şey, aslında bütün ailenin gördüğü, ama benim ruhumun kaldıramayacağı kadar ağır gerçekleri önüme seren bir varlıktı.
Evet, o bahsedilen beyaz gömlekli adamı görüyordum.
Vücudum kilitlenmiş, dilim geriye çekilmiş ve korkudan buz kesilmiş bir beden ile zaten gördüklerim yetmezmiş gibi, her yönden beynimin içinde yankılanan bir ses duydum.
"Bilardo oyununu beğendin mi?"