Korkudan atan kalbim, şimdi heyecandan atıyordu... Daha önce bu kadar güzel birisini hiç görmemiştim. Birkaç defa nefes alıp verdikten sonra, titrek ve heyecanlı bir ses tonuyla; Hayır korkutmadın, sadece seni tanıyamadım, o yüzden koşmaya başladım dedim.
Zümrüt yeşili gözleriyle, gözlerimin içine baktı. Gözleri öyle güzeldi ki, göz temasımızdan sonra, kalbimin daha da çok attığını hissettim.
Korkma, benden zarar gelmez dedi.
Ses tonu o kadar etkileyici ki, hiç yüzünü görmesen de, sadece sesini duysan yine aşık olman için yeterliydi.
Gözlerine bakar bir vaziyette, hipnoz olmuş gibi dona kalmıştım. Kolumdan tutarak kendime gelmemi sağladı. İyisin değil mi, İstersen biraz oturup soluklanalım dedi.
İyi olur dedim ve oturdum bir ağacın dibine. Oda keşke hemen yanıma otursa diye dua ediyorum içimden. Ama oturmadı. Elindeki su torbasını bana uzatıp, bir kaç yudum su iç istersen, kendine gelirsin dedi.
Birkaç yudum su içtim, su o kadar tatlı ki, sanki cennet ırmaklarından doldurulmuş gibiydi.
Biraz dinlendikten sonra ayağa kalkıp, şimdi biraz daha iyiyim dedim. Tamam hadi çıkalım şu ormandan diyerek önümden yürümeye başladı.
Üstünde boydan boya çarşaf vardı, elleri ve yüzünün bir kısmı görünüyordu sadece. Vücudu o kadar kusursuzdu ki, en güzel manken bile eline su dökemezdi. Çarşafın içindeyken bile, aklımı başımdan almıştı çoktan.
5 dakika boyunca O önden, ben arkadan yürümeye devam ettik. Bu süre zarfında hiç konuşmuyor, sadece hayranlıkla onu gözlüyordum. Yani müstakbel yengemi...
Hayır, Hayır Dayım olacak it, bu kadar güzel birini hak etmiyordu. Bu kızı dayıma bırakamazdım. Bu, benim olmalıydı.
İçimde öyle bir nefret oluştu ki dayıma karşı, anlatamam... O kadar nefret ediyordum ki ondan, o kadar kıskanıyordum ki onu, tarifi yoktu. BU, BENİM OLMALIYDI.
Biraz daha yürüdükten sonra, küçük bir dere önümüzü kesti. Şimdi bu dereden karşıya geçmeliyiz dedi ve çoraplarını çıkarıp, çok hafif paçalarını yukarı sıvadı.
Ayakları ve bilekleri o kadar güzeldi ki, bembeyaz süt gibiydi sanki.
Bende paçaları sıvayıp, derenin karşısına geçtim.
Biraz oturalım mı şurada, az dinlenelim dedim.
Oturdum dere kenarındaki yeşilliklere, bu kez oda tam karşıma oturdu. Düğünümüze 1 hafta kaldı, sende gelecek misin dedi.
Evet bir hafta kalmıştı, daha 15 dakika önce aşık olduğum kız, nefret ettiğim dayımın karısı olacaktı.
Çok mu istiyorsun dayımla evlenmeyi dedim.
Hayır, ben seninle evlenmeyi istiyorum dedi.
Ondan bu cevabı duyduktan sonra, dünyalar benim olmuştu... Ama, senin olabilmem için bir şartım var diyerek ekleme yaptı.
Neydi acaba o şart, daha söylemeden kabul etmiştim...
Söyle şartını, şimdiden kabul ettim, dedim.
O narin elleriyle elimi tuttu, elinin sıcaklığı direk kalbimi ısıtmaya başladı. Bana ilk önce dayın talip oldu, o varken senin olamam, ama O, olmazsa senin olurum dedi...
Anlamıştım isteğini, Dayımın ölmesi gerekiyordu. Bu kızı elde etmek için bırak dayımı, tüm ailemi katledebilirdim.
Tamam, sen yeter ki benim ol, her istediğini yaparım dedim. Anlaştık o zaman, dayını öldür ve beni istemeye gel dedi.
Sonra hemen ayağa kalkıp hızlı adımlarla yanımdan uzaklaştı. Ne kadar arkasından takip etsem de yetişemedim ona, kısa süre sonrada gözden kayboldu.
Orman o kadar büyük ve sık ağaçlarla doluydu ki, güneş ışığı pek giremiyordu. Telefonumu çıkarıp saatine baktım, saat 8 olmak üzereydi. Yani neredeyse akşam ezanı okunacak, buraların hakimi olan cinler, her tarafta belirecekti.
Hızlı adımlarla rast gele bir tarafa doğru koşmaya başladım. 20 dakika rahat koştuktan sonra, bir tepenin başına vardığımı fark ettim. Burası tanıdık geliyordu bana, evet burası hammatşeri tepesiydi.
Ayakta durmaya bile takatim yoktu, mecbur dinlenmek üzere oturdum yere. Köydeki insanlar yavaş yavaş dışarı çıkıyorlardı. Tüm evlerin ışıkları yanık vaziyetteydi.
Çünkü, gündüzler bizim, geceler onlarındı...
Kalkıp yürümek istedim, oradan uzaklaşmak istiyordum, ama nafile ayağa kalkamıyordum. Neden böyleydim anlam veremiyordum. Mecbur sabah olana kadar bir köşeye saklanıp bekleyecek ve beni görmemeleri için dua edecektim.
Dayımın eski sözlüsü, benim yeni sevgilim olan kız, yanıma gelse hadi köye gidelim dese hiç düşünmeden giderdim o lanetli köye.
Onu düşünüyordum sürekli, aklımdan bir an bile çıkmıyordu. Dayım olacak iti öldürüp, onun kocasını ben olacaktım, kafaya koymuştum.
Biraz vakit geçti aradan, ortalık iyice zifiri karanlık olmuştu. Ama etraf karardıkça, köyün ışıkları daha bir şiddetli parlıyordu gözüme.
İleriden bir çıtırdı sesi gelmeye başladı. Keşke sevgilim gelse diye beklerken, 4 tane çarşaflı yaşlı kadın, omuzları üzerinde taşıdıkları tabut ile az ilerimdeki düzlüğü kazmaya başladılar.
Onca paranormal olay yaşamıştım, bu yaşadıklarım sıradandı artık benim için. 4 yaşlı kadın nasıl olduysa, 5 dakika sürmeden kazıp bitirdiler 2 metre kare yeri.
Tabutun içinden, siyah bir kefene sarılı, birisini çıkartıp, kazdıkları yere attılar. Hafif toprak attıktan sonra, mezarı tam kapatmadan çekip gittiler.
Onlar gidince, zorda olsa ayağa kalkabildim, kazdıkları yere yaklaşıp toprağı eşelemeye başladım.
Biraz eşeledikten sonra, siyah kefene ve altındaki insan yüzüne elim deydi.
Kefeni yırtıp, kim olduğunu gördükten sonra, kalbim duracaktı sanki.
Bu gömdükleri kişi dayımdı, ama yurt dışındaki dayım...