Kızılyaka Köyü Final

1.3K 40 10
                                    

Köyün biraz yakınlarına kadar yürüdük. Güneş doğmuştu, fakat üzerini örten kara bulutlardan dolayı, sıcak yüzünü gösteremiyordu.

Yağmur ha yağdı, ha yağacak gibiydi. Karşı tepelerin bazılarına yıldırımlar düşüyor, sesi kulağımızı, ışığı gözümüzü kör ediyordu.

Bu gün, diğer günlerden farklıydı. Ya da, içinde bulunduğum halden dolayı ben öyle hissediyordum.

Tam ayağımın ucuna, ceviz büyüklüğünde dolu düştü. Sonra az ileriye biraz daha büyüğü.

Hocam, şu ilerideki üstü kapalı yere gidelim, yoksa bu dolu yağışı param parça edecek bizi dedi. Koşarak dediği yere gittik.

15-20 saniye geçmemişti ki, dolu yağışı hızlandı. Öyle bir yağıyordu ki, sanki yağan dolu, bu lanetli köye kin kusuyor gibiydi.

Bazen kiremit, bazen cam sesi geliyordu kulağıma. Yağan dolu, şiddeti derecesinde kırıyordu bunları.

Rüzgarın esrarengiz sesi, şimşeğin çıkardığı sesten daha masum değildi. Uğultu şeklinde çıkan ses, ölümün melodisini fısıldıyordu.

Her havanın gürlemesinde kelime-i tevhit getiren hocam; Evlat, bu bir afettir, sıradan bir yağmur olayı sanma bunu. Sende her şimşekten sonra kelime-i tevhit getirip, Allah'ı tasdik et.

Her yağmuru, her doluyu melekler taşır. Bu köy, o kadar çok şerliyle dolmuş ki, sanki melekler, cinlere savaş açmış vaziyette.

Hocamın dediğine hak verdim. Hayatımda bu şekil bir doğa olayıyla karşılaşmamıştım.

Doluyla karışık yağmur da yağıyordu. Yan tarafımızdan hafif bir sel akmaya başlamıştı bile.

Zaman ilerledikçe dolu ve yağmur artıyor, selin seviyesi yükseliyordu.

Bir ara selden akan suyun kızıllaştığını fark ettik. Kana yakın bir renkti bu, suya kan karışmış gibi kırmızı akıyordu.

Birkaç parça kemik ve bir tanede kafa tası geçti gözümüzün önünden. Su gittikçe yükseliyordu.

Hocanın ağzında sürekli dualar vardı, bende dilim döndüğünce okuyordum bildiklerimi.

Çok büyük bir ses ile irkildim. Karşı dağa, hazinenin çıkarıldığı mağaranın bulunduğu bölgeye, büyük bir yıldırım düşmüştü.

Ham maddesi ateşten olan cinler, bu denli yüksek ateş saçan yıldırım alevinden zarar görür müydü bilmiyorum. Fakat, topraktan teşekkül olan insanoğlu, yani ben, yıldırımdan oldum olası korkuyordum.

Belli bir müddet böyle devam etti. Daha sonrada yağan dolu tamamen kesildi, sadece çok hafif yağmur çiseliyordu.

Yanımızdan akan sel yatağı da suyunu çekmiş, yatağın içinde bir kaç kemik ve iz boyu devam eden kırmızılık kalmıştı.

Hocam; hadi evlat çıkalım buradan, yapmamız gereken işler var dedi.

Elimizde getirdiğimiz soğan kabuklarını, hayvan kemiklerini ve pisliklerini cin kuyusunun içine attık.

Cinler, insanlar gibi yemek yemezler, onlar koku alma şekliyle karınlarını doyururlar. O yüzden, kötü kokan ne bulduysak attık kuyunun içine.

Toz haline getirdiğimiz kaya tuzlarıyla bir çember oluşturduk. Kaya tuzuna ve sirkeli suya okunduğu zaman, nasıl oluyorsa cinlere karşı bir kalkan oluyordu.

Bu bölge, yani çemberin için, bizi cinlere karşı koruyacak ve onların içeri girmesine müsaade etmeyecekti.

Yağmur tamamen dinmiş, siyah bulutlar dağılmıştı. Güneş yüzünü hafiften göstermiş, az ileride 7 rengiyle gök kuşağı açmıştı.

Gerçek Bir Cin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin