Ertesi gün öğle vaktiydi yola çıktığım da, akşam karanlığı olmadan geri dönerim diye düşündüm.
Mağaranın bulunduğu tepeye giden yoldan ilerledim, ama mağaradan tarafa sapmadım, o köye varabilmek için ormanın içinden geçmem gerekiyordu.
Biraz ilerledikten sonra toprak yolda tamamen bitti, artık yolumu tahminen bulmam gerekiyordu.
Telefonu çıkardım haritalardan yerimi bulmak için, ama telefonda çekmiyordu.
Nasıl olabilirdi böyle bir şey, bizim köyden en fazla 1km uzaklaşmış olmalıydım. Bu kadar kısa mesafe ilerlemişken nasıl telefon çekmezdi.
Her şeye her neyse deyip, ilerlemeye devam etmeye karar verdim. Haritalarda çok yakınmış gibi görünen yer, aslında ne kadar uzakmış diye düşünüyorum içimden.
Ağaçların arasından bir tepeye tırmandığımda, önümde köy görünür olmuştum. Yere çömeldim köyü izlemeye başladım.
Allah'ım bu nasıl bir köydü böyle, dışarıda bir tane bile insan yoktu, sanki hiç kimse yaşamıyordu köyde.
Biraz daha inceledim, köyü ufakta olsa bir camisi vardı, ama çok eski görünüyordu.
Gerçekten bu köyde yaşayan birileri var mıydı bilmiyorum, belki de geri dönmeliydim.
Bu düşünceleri kafamdan kovup, köye doğru gitmek için tepeyi inmeye başladım.
Tepeden inip köye girdim. Köy zaten küçük bir köydü de, niye evleri bu kadar aralıklı yapmışlardı peki.
Köyde gerçekten de hiçbir hayat belirtisi yoktu, bütün pencereler kapalıydı. Sokaklarında kedi köpek dahi yoktu. Issız bir köydü.
Etrafta bakınacak pek bir yer göremediğimden direkt köyün camisine doğru ilerlemeye karar verdim.
Issız ve tozlu sokaklardan ilerlerken, yanından geçtiğim taştan yapılmış bir ev dikkatimi çekti. Çok ilginçti gerçekten, diğer evler gibi eski püskü, harabe bir görünümü yoktu.
Birkaç saniye bu eve baktıktan sonra, duvarını oluşturan taşların birisinin üzerinde bir işaret gördüm. Biraz daha yakından baktım ki, mağarada gördüğüm akrep işaretinin aynısıydı bu.
Bir kaç saniye daha bu işareti inceledikten sonra, bu durumdan korku ve rahatsızlık duyup köyün camisine doğru ilerlemeye devam ettim.
Caminin minaresini uzaktan gördüğümde bir şok daha yaşadım. Caminin hemen yanında kahve gibi bir yer vardı, tahtadan yapılmış iskemlelerde bir kaç adam oturuyordu. Ama sadece oturuyorlardı, ne kendi aralarında sohbet ediyorlar, ne de bir şey içiyorlardı.
Demek ki bu köyde yaşayan birileri vardı, ama insanların yaşadığı bir köy nasıl bu kadar sessiz, harabe, bakımsız ve terk edilmiş gibi durabilirdi.
Sizde böyle bir yer görseniz, benim gibi düşünürdünüz.
Bu hallerini görünce bu köyden kaçmayı, hemen uzaklaşmayı düşündüm. Ama başka bir şey daha dikkatimi çekti. Oturan adamların hepsi bana doğru bakıyordu, belki de benim onlara geldiğimi görmüşlerdi.
Geri dönüp dönmeme konusunda kararsız kaldım, ama yine de tüm cesaretimi toplayıp onlara doğru yürüdüm. Yanlarına yaklaştığımda hepsi sessizce beni izliyordu.
Selam verdim, fakat selamımı almadılar, mal gibi suratıma bakıyorlardı.
Mal gibi böyle bakıştıktan sonra içlerinden birisi, kime baktın niye geldin dedi.