O da düşünmüş taşınmış zaten elde yok avuçta yok. Pek akrabası da yok, bir dayısı varmış Adana'da... Kaçmış akrabası yanına.
Sonra adam işin aslını öğrenince, durma buralarda elbet seni sonunda bulurlar.
Hatay'da şu adamı git, bul onu onlar seni sınırdan kaçırsınlar hem de elindekini üç beş liraya okut, nereye kadar kaçacaksın demiş.
Adana'dan basıp gitmiş Hatay'a... Orada dayısının dediği kişileri bulmuş, adamlarda defineci zaten ki; Hatay bu işlerde üst sıralardadır.
Bir şekilde okutmuşlar heykeli, altınlarında birkaçını almışlar hak olarak, kalan altınları ve heykelden payına düşen parasını almış Mustafa ve bu adamlar aracılığı ile kaçmış Suriye'ye...
Orada da adres vermişler. Şunun yanına var, orada takıl birkaç sene, kim ne ispat edecek. Zaten hakkında bir işlem yok bir şey yok, en azından bir şekilde çalışırsın 3-5 para kazanırsın kaçak maçak sorun değil...
(-ki Mustafa'nın anlattığına göre; adamlar aman aman para da vermemişler heykele, git devlete sat diye de alay etmişler üstelik)
Suriye'de dedikleri adamı bulmuş Mustafa.
Suriyeli, kendi halinde ancak tuhaf bir adammış. Millet hasta çocuklarını falan getiriyormuş buna.
Mustafa bakmış ki, Suriyelinin odasında kalın bir kitap var.
Akşamları bizim Suriyeli hep onla meşgul. Merakına yenik düşüp sormuş, nedir bu kitap diye.
Suriyeli önce bitki kitabı şu bu, işte ilaç alamayanlara ottan karışımlar için falan dese de işte bir acayiplik varmış adamda...
Kitabın içinde çizimlerde varmış üstelik.
Mustafa'da Arapça'yı iyi biliyor, pek itibar etmemiş Suriyelinin ot palavrasına...
Oradaki şekillerin sadece bitkiler ile olmadığına, normal dilden farklı bir yazı ile yazıldığına ta ilk gördüğüm zamandan emindim diyor.
Gel zaman git zaman, ahbaplığı koyultmuşlar bizim Suriyeli ile. Adamın elde yok avuçta yok, bitap bir tip...
İşte hasta getirenler, 3-5 ne verirse onla idame ettiriyor hayatını, günlükte normal basit ücretli bir iş.
Bir gün mesele açmış Suriyeli, demek ki canına tak etmiş onunda. O kitapta yer alan bu ilimden açmış bahsi, belki de Mustafa'nın inceden inceye süren merakından bıkmıştır.
O altınların yarısını bana verirsen sana bu ilmi öğretirim, bu kitabı da sana veririm demiş adam.
Ben bunla kendi adıma para kazanamam, define bulamam. Bulsam da yedirmezler demiş.
Anlaşmamız budur onlarla, sen zaten bulacağını bulmuşsun, ikimizde de hem para hem ilim olsun.
Ver bu altınların yarısını bana, yarısını da sen al. Karşılığında ben de kitabı vereyim sana. Ne istersen var içinde, ölüme çare dışında.
Yalnız kendi kanına ve soyuna faydası geçmez, bir de para kazanamazsın bununla.
Suriyeliye de, kitabı İran kökenli bir adam vermiş. Güya Mustafa'nın elindeki kitap kendi ile beraber en az 3. el hükmünde.
Nüshaları bir şekilde çoğaltılmış ve kökeni eskiye dayalı bir kitap, yalnız orjinali nedir ne değildir bilen yok.
Gün yüzüne çıkartırlarsa ellerinden alınacağından korkmuşlar. Bunca zaman Mustafa gibi bir insan azmanının benim gibi bir adamdan saklama sebebi bile belki buydu.
O kitap bir bebeğin emziği gibi, kaybettiğin anda yine en baştaki haline dönersin.
Mustafa'nın gücünün kaynağı bu kitaptı demek ki.
Peki bu kitapla neler yapmıştı ? sadece şirinlik adı altında insanları cezbetmekle mi sınırlıydı, ya da gelecek kişiyi tahmin etmekle...
Sınırları nereye kadar uzanıyordu, kendi deyimi ile ölüm dışında her şeye bir dermanı vardı.
Bu iddialı bir söylemdir arkadaş. Eğer bu kadar büyük bir iddiası varsa, neden tomarla para saçacak adamlara bu ilmi öğretmemişti. Neden pazarlamamıştı.
Buralarda hala ketumdu, sormama rağmen sadakat önemlidir deyip geçiştirdi.
Onlarca yıl çocuğu olmamış bir çifti, çocuk sahibi yaptığından bahsetti muhabbetimiz sürerken.
Tüm taşları döküyordu eteğinden.
Çocuk sahibi olmasına vesile olduğu adamın zengin bir toprak ağası olduğundan bahsetti, adam buna para vermek istemiş fakat o ilim gereği para almamış.
Bir hafta kadar sonra evine altından bir tespih yollamış ağa. Kendi gönlü ile verirse kabul edebiliyormuşsun. Ya da daha önce de bahsettiğim gibi bu kılıfına uydurmanın bir türüydü bu...
Peki eyvallah... Diyelim ki; Mustafa'nın tüm dedikleri, bunların hepsi yapılabiliyordu. Fakat sistemin nasıl işlediği, açıkçası yürütme mekanizmasını merak ediyordum. Herhalde kitabı her eline alan sesli okuyunca, olacak iş değildi.
Cevap basitti, kitabın evveliyattan gelen görevlileri var. O kitabın evveli sahibi kişi de el vererek bu zamana kadar sürdürmüş.
Ona nereden gelmiş der isen; o kadarını bende bilmiyorum. Ancak ana prensip bu...
Maksadım aklınızda derin soruların kalmaması. Sizi inandırıp inandırmamak değil. Sürekli söyledim amacım bu değil.
Ben en başta gerçektir dedim, ötesi size kalmış.