Evin çatı katından bana bir oda verdiler. Çatı katı dediysem hemen kötü bir yer sanmayın, saray yavrusu gibi özenle düzenlenmiş, büyükçe bir oda.
Büyük bir yatak ve karşısında son model büyük bir televizyon, son model bilgisayar ve elektronik eşyalar. Benim için alınmış yeni elbiseler, bir tutam para ve daha nice güzel şeyler...
Burası artık senin odan, istediğin gibi eylen ve güzelce bir dinlen. Evin bahçesindeki mavi araçta senin artık, al buda anahtarı.
3-4 gün sonra görüşürüz dedi Tufan hoca, odamın kapısını kapatırken...
O çıkınca, hemen pencereden dışarı baktım. Bahçede son model mavi renkli bir BMW duruyordu...
Ölmeden cennete düşmüştüm sanki...
Elbisemi çıkarıp eşofmanlarımı giydim üstüme, kumandasından televizyonu açıp, büyük ekranlı televizyonumu izlemeye başladım.
5 dakika sonra biri girdi içeri, ben sizin hizmetkârınızım dedi orta yaşta birisi... Bir emriniz varsa hemen kapının dışındayım, seslenmeniz yeter efendim diyerek tekrar dışarı çıktı.
Kuş tüyü yatak, son model televizyon... Dışarıda BMW...
Bu hediyelere karşı olarak benden ne alacaklardı acaba. Bunca şey karşılıksız olur muydu hiç.
Ya da, cennete düştüm diye sevindiğim şey, ölmeden cehenneme mi sokacaktı beni.
Dışarıdaki orta yaşlı adama seslenip, gelmesini istedim. Emredin efendi diyerek girdi içeri...
Karnım açıktı, evde yiyecek bir şey var mı acaba, diye sordum.
İstediğiniz her şeyi temin edebilirim, siz yeter ki emredin dedi.
En çok sevdiğin İskender kebaptan tutun, künefeye kadar... Envayi çeşit şeyler getirmesini söyledim.
Emredersiniz deyip çıktı odadan. 15-20 dakika geçmeden, odaya 2 tane takım elbiseli adam girip, sofrayı düzenleyip, tüm yemekleri güzel bir şekilde yerleştirdi.
Efendim, başka bir emriniz olursa seslenin lütfen dedi, orta yaşlı hizmetli. Tamam deyip gönderdim odadan.
Yemekler harikaydı, yemekten sonra bindiğim BMW harikaydı. Akşamları beni ziyarete gelip, gece benimle beraber duran sevgilim harikaydı... Yani her şey harikaydı.
3-4 gün bu şekilde geçti. Hayatımın en güzel günleriydi bu günler... Ömrüm bitene kadar, artık göremeyeceğim günlerdi, o günler...
Orta yaşlı uşak odaya girip, efendim akşam yemeğine Tufan hoca gelecek, yanında da 3-5 dostu...
Akşam yemeğini beraber, alt kattaki büyük salonda yiyeceksiniz, yemeğe 30 dakika var. İsterseniz hazırlanın dedi.
Büyük salon, benim odamdan daha güzel bir yerdi, sadece kuş sütü eksik olan sofraya oturmuşlar, beni bekliyorlardı...
Beni gören Tufan hoca, ooo hoş geldin evlat, gel yanıma otur diyerek yan tarafını gösterdi.
Başladık yemekleri yemeğe... Sofrada, aynı benim gibi toy 5 tane deli kanlı, Tufan hoca ve sakallı 2 büyük insan vardı.
Tufan hoca yanındakilere beni göstererek, bu Sadık hocanın varisi diyerek beni tanıtıyordu.
Artık iki günde bir toplantı yapar olduk. Her toplantıda farklı konu, değişik bilgiler.
Tüm dini bilgim, tüm hayat görüşüm... Hatta kişiliğim bile değişmişti, o beyin yıkayan sohbetler sonrasında.
Sohbetin birinde; Bu ülke işgal altındadır, işgal altında olan ülkede cuma namazı kılınmaz diyerek, cuma namazına gitmememizi istiyordu tufan hoca... Tufan hocanın en masum söylemiydi bu...
Ama zaten, Müslüman olduğumuzu gösteren bir tek cuma namazı var dedim içimden. Onuda kılmazsam, kendime nasıl Müslüman derim...
Dinsiz olan bu ülkeye biat edilmez, olsa olsa isyan edilir... Dedi ikinci sohbetinde... Yani yavaş yavaş beynimizi oyuyordu.
Devam eden sohbetler, tavsiye üzerine başladığım sigara, tufan hocanın verdiği zikirler. Ve gece gördüğüm kâbuslar... Her gecen gün, beni benden alıyordu.
Son 3 ayda, ailemle doğru dürüst konuşmadım. Sadece iyiyim deyip kapattım yüzüne telefonu.
O içtiğim sigara, sigara değilmiş aslında... Beynimdeki bazı hücreleri öldüren bir zehirmiş... Tüm bedenimi uyuşturan, inanılmaz bir cesaret hissi veren eroinmiş, esrarmış...