Okul hayatım bitmişti, uzun zamandır gitmiyordum. Hiç kimse arayıp sormuyordu. Arkadaşlarım vefasız çıkmıştı.
Bu bela sadece bana değil, tüm sülalemin başına örülmüş bir bela olmuştu. Şimdi annem ve baban hariç sülale tehlikedeydi. Tek umudumuz hoca ve kavsümdü, ne zaman haber gelecek, ne olacak, ne bitecek bilmiyorduk.
Muskadan ve taktığı yüzükten sonra babam bayağı düzelmişti. Bu azda olsa sevinmeme neden olmuştu aslında.
Sabah olmuş, güneş doğmuştu. Bir lokantaya girip çorba içtik. Kimse tek kelime konuşmuyor, titreyen ellerle kaşığı tutmaya çalışıyorduk.
İçimdeki tarifsiz korku gittikçe artmıştı. Yüzükler olmasa kemiklerimizi tuzla buz edeceklerdi. Hissediyordum, varlıklarını belli ediyorlardı. Bazen ensemde bir nefes, bazen gözümün önünde bir karaltı beliriyordu.
Kavsüm, bu civarın Müslüman cin komutanıymış, o gördüğüm bölükte Müslüman cin askerleri. Bizi bu kötü cinlerden koruyacaktı, ama nasıl? Dediğine göre karşıdaki kabile çok güçlüydü.
Yemeği yedik, çıktık dışarı. Geçtim direksiyona, eve giderken o kadar dalmışım ki bir kaç defa kaza tehlikesi geçirdik.
Eve vardık. Hepimizde uykusuzduk. Hemen oturma odasına yatak döşek getirdim. Annem ve babam kanepelerde, ben ise yerde yatacaktım.
Tam yatacakken, banyonun kapısına içeriden bir şey yumrukla vurup, inlemeye başladı. İnsan sesi değildi, garip bir inleme sesiydi bu.
Muskalar boynumuzda, yüzükler parmağımızdaydı, buna rağmen bizi korkutacak kadar yakınımıza yaklaşabiliyorlardı.
Burada durmamız bizim için hayırlı değildi. Bu evden biran önce çıkmalıydık. Fazla lüks olmayan orta düzeyde bir otele gittik. Otelde kalmamız, evde kalmaktan daha iyiydi bizim için.
3 yataklı bir oda tutup yerleştik ve hemen uyumaya başladık. Hiç kimse gözünü bile kırpmamıştı gece boyu. Uyandığımızda saat 16 gibiydi.
Bir şeyler almak için dışarı çıktım. Avane bir şekilde gezinirken yanıma biri yaklaşıp, Selamün aleyküm dedi.
Selam veren kişinin ilk önce dilenci olduğunu sanmıştım. Üstü başı eski ve yırtık, ama kirli değil.
Aleyküm selam dedim. Buyurun.
Beni kavsüm gönderdi. Güneş batmadığı için kendisi gelemedi. Bir savaş olacakmış, onu söylememi istedi, dedi.
Ne savaşı dedim.
Onlar ile bizler arasında, çetin bir savaş. Onlar kendi sülalelerini topladılar, hepsi Kâfir. Bizden yaklaşık iki kat fazla.
Kâfir cinler ile Müslüman cinler hep birbirinden nefret eder bu âlemde. Birbirlerini öldürmek için fırsat ararlar. Gerekli şartlar oluştuğu an yok ederler birbirlerini. Ama her defasından diğer taraf başlatır savaşı, Müslüman cinler savaşmak zorunda kalır.
Onlar bizden fazlamı dedim.
Müslüman cin sayısı gün geçtikçe düşüyor. Artık çok az kaldı bizlerden olanlar. Kıyamet yaklaşıyor maalesef.
Sen cin misin diye sordum.
Hayır, ben insanım, ama onlarla haberleşebiliyorum...
Şuan savaş hazırlığı var, her an çıkabilir. Muskanızı ve yüzüğünüzü asla çıkarmayın dedi.
Tamam dedim. Peki, hoca nasıl diye sordum.
Hocayı öldürdüler. Apartman bahçesinde boğazına bıçak saplanmış halde bulunmuş dedi.
Hocanın öldürüldüğünü duyunca hiçbir şey diyemedim. Bacaklarımın feri kesilmiş ve bir anda dizlerimin üstüne düşmüştüm. Arada 5 saniye bile geçmemişti ki, peki şimdi ne olacak diye sordum.
Fakat cevabını alamamıştım. Kimse yoktu yanımda, 5 saniyede sır olmuştu.
Hoca öldürülmüştü. Tek çare Kavsümdu artık. Bir cine güvenmek zorunda kalmıştım ve çok çaresizdim.
Bize yardım edenler gidiyordu. Bu nasıl bir kin ve nefretti böyle. Cehenneme çevirmiş dünyamızı.
Sonra telefonum çaldı, arayan Ahmet'ti. Açtım telefonu, sesi titreyerek çıkıyordu.
Eve girdim, kitabım kalmış onu alacaktım dedi. Eee sonra dedim, kızgındım ona.
İçeri girdim, bizim odaya girdiğimde odanın ortasında simsiyah bir şey oturuyordu, kitabı da alamadan çıktım dedi.
Sesi hem titriyor, hem de ağlamaklı çıkıyordu.
Bir şey diyemedim. Sadece, bir daha girme eve, ev şuan çok tehlikeli dedim. Fakat ben bunları söylerken telefonu kapatmıştı Ahmet.
Birkaç parça yiyecek bir şey alıp, gittim otele. Bulunduğumuz oda, otelin beşinci katındaydı. Burada kendimizi güvende hissediyorduk, en azından odanın ortasında oturan simsiyah şeyler yoktu.
Karnımızı doyurup güzelce duşlarımızı aldık. Televizyonu açıp izlemeye başladık.
Saat gece yarısını geçmiş, 1.30 gibi olmuştu. Annemle Babam yatmış, ben ise televizyon izlemeye devam ediyordum.
Odanın penceresinden ufak bir çıt sesi geldi. Sanki birisi cama küçük bir taş atmış gibiydi. Fakat 5. Katta olan odamızın penceresine nasıl taş atılsın.
Biraz sonra yine aynı sesi duydum. Hemen perdeyi çekip dışarı baktığımda, aşağıda birinin durduğunu ve bana eliyle buraya gel dediğini gördüm.
Bu kişi, ikindi vakti konuştuğum dilenci görünümlü ilginç insandan başkası değildi.
Gitmek ile gitmemek arasında kalmıştım. Ama mecbur olarak indim aşağıya...