Fatihayı okurken nasıl bir ağlama tuttu beni iyyake nabüdu ve iyyake nestain (Sadece sana kulluk eder, yalnız sender yardım dileriz)derken, şirke saplandığımı hissettim. Suratıma suratıma vuruyordu iyyake nabüdü ve iyyaka nestain, oysa ben ne yapmıştım.
Beni ''sırat'el mustakim' e eriştirmesi dileği ile, ilk kez anlamını hissede hissede kıldım bu namazı.
Bir 5 dakika secdede kaldım, nevresim sırılsıklam olmuştu. Öyle bir haldeydim ki; tüm benliğim tek noktada toplanmış, o an kesseler kanım akmaz... Yoğun bir ruh hali...
Sünnet üzerine sağ omzum üzerine uzandım, gözlerimi kapatıp içimden Allah diye zikretmeye başladım. İçim resmen kaynıyordu. Tuhaf bir yükseliş hissettim, sonsuz bir huzurla uykuya daldım...
Rüyamda, Mustafa'nın bahsettiği üzere yaptığım ilk ritüelin bahçesindeydim. Sanırım hatırlarsınız... Tuhaf tuhaf yaratıklar olan ve bana kesik başımı gösterdikleri trans hali...
Her biri bana sırtlarını dönmüş bir halde, kayıtsızlar. Öğretmen yüzümüzü tahtaya döndürüp nasıl bekletiyorsa, aynı şekilde dönükler. Bir istikamete bakıyorlar.
Yavaş adımlarla ilerliyorum, ilerliyorum. Yaklaştıkça daha net algılıyorum, sıcak ve nem gibi huysuzluk veren bir durumdayım. Ancak geri gidemiyorum, bir çeşit akıma kapılıyorum her adımda.
Tam arkalarına kadar yaklaşıyorum, çok az bir mesafe kala, bir tanesi ortaya geçiyor, diğerleri ise etrafında sıkı bir çember kuruyorlar. Evet yüzlerini görebildiğim, ilk ritüeldekiler.
Ortalarındaki ise; göz pınarlarında kurumuş kan birikintileri olan benimki... Elinde bir sepet, sepetin kapağını açıp yere doğru bırakıyor. Kafam ayaklarımın ucuna yuvarlanıyor.
Dehşete düşmüyorum, neden düşmedim bilmiyorum. Tüm duygular, düşünceler anlamını yitirmiş yeterince. Bir anlam veremiyorum, benim bir vakit namazımın ona bu zararı verebilme ihtimaline.
Tekrar uyanıyorum, dilimi ısırmışım ve ağzım kan içinde. Ağız dolusu tükürüyorum lavaboya, tüküreyim böyle hayatın içine...
O olaydan sonra uzunca bir müddet görmüyorum rüyalarımda, hala bir üniversite kazanma telaşındayım. 8 kilo vermişim, suratım o kadar ufalmış ki mesut özil gözlerine sahip olduğumu yeni öğrenmişim.
Namaza bağlıyorum bir şekilde, o kurtardı herhalde diyerek. Mümkün olabildiğince kılmaya başlıyorum, ancak herhangibir cemaate tarikata gitmiyorum. Sadece farzları kılıyorum...
Ufak tefek göğüs ağrılarım devam ediyor, ancak olsun o kadar da diyorum. Bir dargın bir barışık sürdürdüğüm Mustafa ilişkimde asla ama asla görüşme taraftarı değilim...
Bahsettiğim gibi son olanlardan sonra başım çok sıkışmadıkça gitmem de yanına diyorum.
Birgün derneğe uğramak geçiyor içimden. Karşı konulamaz bir istek, hani hepimize olur bazen. İçerde bir tek çaycı var, içeri girince hortlak görmüş gibi şaşkın bir ifade ile bakıyor bana...
Birader nerelerdesin, ne oldu? mesele nedir diye yapışıyor koluma...
Ne bu telaşın abi? okul kazanmaya çalışıyorum. Bir meselemi var ki ? diyorum
Oğlum Mustafayı vurmuşlar ya lan... Sen hep onla takılıyordun, haberin yok mu? diyor, gözler faltaşı gibi.
Eyvah diye mırıldanıyorum, çöküyorum tahta ufak sandalyenin üstüne, bir sigara yakıyorum
Ulan haberin yoksa, nasıl bir şey sormuyorsun? diye hayretle soruyor çaycı...
Haydi gelde söyle kolaysa,s u testisi su yolunda kırılır diye. Çaycı nerden bilsin ne fırıldaklar döndüğünü.