Kızılyaka Köyü 5

1.3K 39 3
                                    

Bana dik dik bakan kahveci çayımı masaya koyup, hemen uzaklaştı yanımdan. Zift gibi olan kahvehane çayını yudumlamaya başladım.

Kahvenin bir köşesinde pusmuş kalmıştım, kimsenin benimle muhatap olacağı yoktu.

Ulan dedim içimden, insan köye yeni gelmiş birilerine; hoş geldiniz, nerelisiniz, beğendiniz mi buraları falan der diye düşündüm. Ama nerenden olsun bunlarda bu adap.

Buradan bir şey çıkmayacağını anlayınca kalktım, çayın parasını ödeyip kahveden ayrıldım. Asfalt yoldan çıkıp bizim eve doğru giden toprak yola girdim.

Düşüncelerle ilerliyordum.

Ellerini arkaya bağlamış, yaşlı, ama yaşına göre oldukça dinç görünen; hafif uzun sakallı, sakallarının bir kısmı beyazlaşmış bir adam yanımdan geçerken birdenbire, evladım deyiverdi.

Siz neden buraya taşındınız...

Soruyu sorma şekli sertti biraz, afalladım, cevap vermeme fırsat vermeden...

Sen ve o çocuk neden her gün, o dağlara doğru yürüyorsunuz dedi.

İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra, Dayı geziyoruz işte, öyle temiz hava falan alıyoruz diyebildim.

Dayıya karşı bu cevabı verirken aslında içten içe de seviniyordum, çünkü sonunda aradığım fırsat elime geçmişti, konuşup bir şeyler sorabileceğim birisini bulmuştum.

Dayı, neden sordun oraya gidip gitmediğimizi, bir bildiğin mi var, söyle.

Evladım, orası tekin değil, dağ yolundan yürüdükten sonra önünüze dümdüz bir arazi çıkar, onun tam ortasında da küçük bir tepe vardır. O tepeye yaklaşmayın, hatta o tarlalara bile girmeyin dedi.

Tam olarak bizim gittiğimiz tepeden bahsediyordu.

Neden dayı, niye ki dedim.

Yüzüme baktı. Konuşmak üzereyken ezan sesi duyuldu. Sesi duymasıyla, susması bir olmuştu.

Evladım, ben namaza gidiyorum, hadi selametle dedi.

Dayı dur, iki dakika anlat şunu, desem de arkasına bakmadan yoluna devam etti. Ama en azında bir şey öğrenmiştim, orasının tekin olmadığı hakkında. İlk defa bu yörenin insanının ağzından bir şey duymuştum.

Eve vardıktan sonra, bir şeyler atıştırıp, bilgisayarın başına geçtim.

Merak ediyordum o tepeyi ve o tepedeki mağarayı... Belki garip bir detay bulurum umuduyla, ilk önce uydu haritasından bizim köyün bulunduğu yere baktım.

Fotoğrafları eski tarihliydi, bizim ev daha sonradan yapıldığı için gözükmüyordu bile.

Ormanlık alandan sonraki tepeye, yani mağaranın bulunduğu yere baktım, etrafında değişik bir şeyler var mı diye.

Değişik bir şey görünmüyordu.

Yüksekliği biraz daha arttırdım. Tarlaların ortasındaki tepenin, yani Oğuzla beraber gittiğimiz tepenin ilerisindeki ormanın içinde birkaç ev görünüyordu, ama çözünürlük çok düşüktü.

Daha sonra, rüyamdayken mağarada gördüğüm altın aklıma geldi. İnternetten Mağara, define gibi şeyler yazıp arattım.

Karşıma çıkan sayfalarda, mağaraların defineli olup olmadıklarını anlamak için işaretlerin anlamları vardı.

Hemen bir siteye tıkladım. Mağarada gördüğüm akrep işaretinin anlamını arıyordum.

Biraz gezindikten sonra buldum. Şöyle yazıyordu ''akrep resmi, burada çok büyük bir tehlikenin varlığına işaret eder''...

Korkmuştum, hemen Oğuzu aradım. Telefonu açtı.

Kardeşim, mağarada gördüğüm şekille ilgili İnternet'te birkaç şey buldum.

Neymiş onlar.

Akrep işareti çok büyük bir tehlikenin varlığına işaretmiş, acaba bizde oraya girerek bu tehlikeyi üzerimize mi aldık yoksa.

O gördüğün rüyadan mı bahsediyorsun.

Evet, ondan bahsediyorum. Ayrıca içim sürekli huzursuz, sende böyle huzursuz hissetmiyor musun kendini.

Yok kardeşim iyiyim ben, her zamanki gibiyim. Ama sen huzursuzsan, seni rahatlatacaksa yarın köyün hocasına gidelim.

Onun bilgisi daha fazla olabilir, ben şimdi ne söylesem yalan olur dedi.

İçimden hoca ne alaka falan dedim, ama belki bir faydası olur diye tamam peki olur diyebildim.

O günün gecesinde uyandığım vakit, ağzım acayip kurumuştu, yanıyordum resmen.

Gözümü güç bela açıp, mutfağa gidip su almak için yataktan kalktım. Odanın ışığını açıp, mutfağa öyle gittim.

Bir bardak suyu içtikten sonra, tekrar doldurdum bardağı, tekrar susarsam içerim diye.

Mutfaktan çıkıp odaya girdim. Az evvel açık bıraktığım ışığı kapatmak için elimi düğmeye uzatmıştım ki, karşımda onu gördüm...

Elimdeki bardağı düşürdüm o anki panikle.

Işığı kapatıp sonra tekrar açtım, o anki panik ve gördüklerim göz yanılması olabilirdi.

Fakat O, hala karşımdaydı.

''Teale huna'' dedi, iğrenç ve bir o kadar da insanı cezbeden bir sesle. Bu mağarada söylediği sözlerin aynısıydı.

Bense, hipnoz olmuş gibi o siyah çarşaflıya bakıyordum. Sadece kafamda onun sesleri yankılanıyordu...

Sesleri size şöyle tarif edeyim; 2-3 insan çok kalın bir ses tonuyla mırıldanır ya, o mırıldanmayı tek bir şeyin çıkardığını ve direkt olarak beyninizin içine işlediğini düşünün...

Sadece onu net olarak görebiliyordum, geriye kalan her şey bulanıktı.

''Teale huna'' (buraya gel) dedi tekrardan... Arapça bilmememe rağmen onun dediklerini anlayabiliyordum. Böyle bir olayı yaşayanlar ne demek istediğimi anlayacaktır.

Ona doğru yürümeye başladım, sesi o kadar ikna ediciydi ki, insanın içine ürperti ve iknayı aynı anda yerleştiriyordu.

Daha önce, böyle bir ses duymadım bugüne kadar. Sanki ona gidersem tüm sorunlarım çözülecek gibi gelmeye başlamıştı.

Ona iyice yaklaşmışken, omzumu bir elin tuttuğunu hissettim. Korku içinde başımı çevirdim.

Başımı çevirir çevirmez, aynı uykudan uyanmış gibi kendime gelmiştim. Gördüklerim birden netleşmişti, ama uykuda değildim ayaktaydım, omzumu tutan kim diye baktığımda, omzumu tutanın babam olduğunu gördüm.

Nereye gidiyordun oğlum dedi.

Cevap veremiyordum. Hala şoktaydım, titriyordum. 


Gerçek Bir Cin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin