Çiftliğe vardığımızda Gülçin yanan ateşi seyrediyor, annesi ise bahçeden su getiriyordu.. Ben ne olur olmaz diye itfaiyeyi aramıştım, insanlık hali belki unutabilirlerdi...
Ebrar'a Gülçin'i işaret ederek almasını söyledim, lakin Gülçin'e yaklaşır yaklaşmaz darbe aldı, o kadar bitkin o kadar halsiz o kadar çelimsiz biri, Ebrar gibi bir kızı tek hamlede yere serdi..
Ardından annesinde aynı şekilde saldırdı..
"Bu ateş sönmeyecek ulan, bu ateş sonsuza dek yanacak gavur dölleri, defolup gidin buradan, kaybolun gidin" dedi.
Gülçin ateşi söndürmemizi istemiyordu. Ebrar'ı ve annesini arkama alıp itfaiye gelene kadar Gülçin'in hareketlerini izledim.
Ebrar ile Gülçin'in annesini arkama almış bekliyorum... İkisininde göz bebekleri büyümüş yaşanılan olaylara korkmuş bir vaziyette bakıyordu. Sonra Gülçin'in annesi ağlamaya başladı..
"Gitti... Gitti bütün emeklerimiz, kocamdan kalan inekler her şey gitti. Ne yeriz ne içeriz şimdi, işim yok gücüm yok, anneme nasıl bakacam ben, yatalak kadın.. Allah'ım yardım et bana" diye yakarıyordu.
Çok kötü bir durumdaydı, gerçekten hayat şimdi onlar için zor olabilirdi, çok geçmeden polisler ve itfaiye araçları geldi.
itfaiye şefi gelir gelmez "Bu kızın orada ne işi var? Niye almadınız, yanabilir orada görmüyor musunuz?" dedi.
"Denedik, denedik lakin herkese saldırıyor. Ben doktoruyum, şu an tedavi altında ve çok ağır hasta, çeşitli psikolojik sorunları var tehlike saçıyor etrafa lütfen dikkatli olun" dedim.
Ardından polis ekipleri Gülçin'i zar zor sakinleştirip bir ağacın yanına ellerini bağlayıp oturttular. Daha sonra itfaiye ekipleri yangını söndürmeye başladı, lakin su döktükçe sanki ateşin boyutu artıyor sıcaklığı yükseliyordu.
Uzun uğraşlar sonucu yangın söndü. Polisler yangının çıkış sebebini öğrenmek için ağıra girdiler.
Yangının neyden çıktıklarını anlamasalar da ben camdan kafamı uzattım ahıra... Ortada bir kağıt vardı ilginç bir şekilde gözüme çarptı, bütün arama sırasında nasıl fark etmezler diye şaşırdım...
Yanına gittim kağıtta "Murab" yazıyordu..
Bu.. Bu o gün aynada gördüğüm "Murab" yazısı ile aynıydı. Gülçin'in bir süre aynaya bakıp aynanın o esnada patlamasıyla bu isim ortaya çıkmıştı...
Hayatımda ilk kez o zaman "Allah Allah" dedim çok şaşırtmıştı bu olay beni, hem de o kadar yangın.. Nasıl yanmamıştı ki bu kağıt, yoksa oranın içine sonradan mı koyulmuştu.
Bin bir soru vardı aklımda.. Polis ekipleri bize soru falan sorduktan sonra gittiler... Artık o akşam Gülçin'lerin evinde kalmak için sözleştik, çünkü çok yorgunduk ve burada kalıp Gülçin'in evdeki halini inceleme fırsatı da bulacaktım...
İlk önce ağaca yaklaştım.. Bana bakıyordu dik dik, çözdüm ellerini. İplerinden kurtulur kurtulmaz yere yığıldı kızcağız... Ateşten rengi değişmişti.. Götürüp yatağına yatırdık, tek yatıyordu 2. katta...
Size biraz evlerinden bahsedeyim isterseniz.
3 Katlı ve ahşaptan... Bir kısmı kerpiç ile desteklenmiş ve bahçeleri var.. Evin içine biraz göz attım odaları 1980 leri andırıyor, anlaşılan evde bir mazi kokusu var..
Ama dikkatimi çeken her odada en az 2 adet değişik değişik tabloların olması, tablolarda sanki bir resim, bir yazı yazıyor gibi ama çözemedim, çünkü Türkçe dilinde olmadığı çok bariz...
Gülçin'in annesini bir kenara çektim. Bu duvarda asılı olan şeylerin ne olduğunu sordum, böyle şeylerle daha önce karşılaşmış bir insan değildim..
"Rahmetli kocam, çok iyi bir hocaydı. Bu yaptığı şeylerde "havas" denilen ilimlerle ilgili olsa gerek.
Yıllardır söylemedi ne olduklarını bana, en son bu eve yerleşince asmıştı bunları, eskiden de vardı ama bu eve taşınınca her odaya asmaya başladı.. Takıntı haline getirmişti, anlamadım.."
Kocanız ne zaman öldü tam olarak?
"2 sene önce kaybettik, dağ gibi adamı, ne olup bittiğini anlamadan tak diye gidiverdi.. Dağ gibi dedim ya hani, hak ediyordu valla endamını görenler bir yere saklanırdı..."
"Peki nasıl öldü?" Dememle konuşmayı değiştirdi, cevap vermek istemiyordu, belliydi yani anlamıştım. Çok geçiştirmeden dışarı çıkıp şu bahçeye de iyice bir bakıyım dedim.
Bahçe, klasik Türk evi bahçesiydi... Çeşme, ahır, tavuk kümesleri, doğayla iç içe yaşıyorlardı resmen...
Suyun tadına bakmak için çeşmeye yaklaştım, ama su beklediğim kadar güzel değildi, hatta ağzıma girdiği an tükürdüm.
Çok tuzlu ve ne bileyim çok kötüydü beğenmedim yani, duvarlara baktım yeni gibi duruyorlardı. Acaba ne zaman yapılmışlardır diye düşündüm aklımdan...
Biraz duvarlardan ilerlerken evde bir benzerinin olduğu bir tablo gördüm, yine tablonun ortasında "أن يأتوا إلينا" yazıyordu. Ve yanlarında değişik değişik semboller ve şekiller beliriyordu... Hava kararmıştı, telefonun ışığıyla bakıyordum etrafa...
Telefon ışığını duvara tutarken birden bitti.. Kapandı, karanlık içinde kalmıştım, karanlıkta geldim..
Yavaş yavaş eve doğru yürümek istedim, çok karanlıktı sokaklarında ışık yanmıyor göz gözü görmüyordu, yürüdüm yürüdüm..
Kapının oralardayken bir ses işittim "خارج" dedi ilkte.. Arapça olarak söyledi bunu bana...
Ardından "Defol" dedi..
Ama bu.. Ama bu ses Gülçin'in anneannesinin sesiydi.
Yatalaktı kadın, burada ne işi var derken, yukarıdan Ebrar'ın sesini işittim.
Bağırıyordu, hem korkmanın verdiği hızla, hem de merakla yukarı kata çıktım.
Gülçin'in odasından geliyordu, yaklaştıkça sesler artıyor.. Ebrar'ın yalvarışları içimi yakıyordu.