Tera'ya gece çökmüş sokaklarda kimsecikler kalmamıştı. Hava aşırı derecede soğuktu. Ancak şehrin surlarına doğru gidildikçe insanlar giderek çoğalıyordu. Bir çok insan savaşa hazır bir şekilde surların olduğu yerde bekliyordu. Surlardan bir kaç yüz metre ötede ise sayıları Onbini aşkın düşman askeri vardı. Surların üzerinde bulunun kızıl askerleri dört gözle düşmandan gelecek olan hamleyi izliyorlardı. Askerlerden birisi ağzından çıkardığı ateş ile avuç içini ısıttıktan sonra konuştu.
"Kardeşim, sence ne zaman saldırılar? Bir ay önceki saldırıdan sonra bir daha saldırmadılar."
"Bilmem... Belki bu şafakta belki de aylar sonra. Baksana savaş marşı söyleyip ayaklarını yere vuruyorlar. Ayakları ile toprağa vuruşlarının şiddetini ayaklarımla hissediyorum. Senin bir fikrin var mı?"
Diğer asker öfkeli bir şekilde karşılık vermişti.Çünkü düşmanının hareketleri onun sinirini bozmuştu. İki asker de düşmanın ne zaman harekete geçeceğini bilmiyordu.
"Benim de bir fikrim yok kardeşim. Ama keşke zamanı bilseydik. Bilinmezlik ve soğuk adeta içimi kemiriyor."
"Evet evet... Bilinmezlik. Bundan sonra ne olacağını bilmemek cidden sinir bozucu."
Askerler kendi aralarında sohbet ederken gözleriyle de düşmanlarını süzüyorlardı. Düşman adeta onlarla alay eder gibi şaraplar içiyor ve şarkı söylüyorlardı. Ancak askerlerin bazıları sanki saldırmaya hazır birer boğa gibi ayaklarını yere vuruyor ve sesli bir şekilde savaş marşı söylüyorlardı. İkilinin yanına bir asker daha geldi ve asker derin bir nefes verdikten sonra konuştu.
"Pekala nasıl gidiyor beyler?"
İki askerde aynı ciddiyet ve soğuklukla konuştular.
"Hareket yok."
"Hareket yok."
Üçüncü asker yüzünü buruşturdu ve düşman hattına bakarken konuştu.
"Bu şerefsizler neyi bekliyorlar ki? Dışarıdaki hava bu kadar soğukken direncimizin kırılmasını mı? Pislikler savaş marşı söylüyorlar ama hala saldıracak cesareti kendilerinde bulamadılar. Bu işin içinde bir iş var! Dikkatli olalım. En ufak bir hata bir çok cana mal olur. "
Kızıllar tüm odaklarını tamamen düşmana vermişlerdi. Düşmanlarının her hareketi iyice izliyor ve analiz ediyorlardı. Bu gece diğer günlere nazaran daha soğuktu. Anlaşılan bu gece kızıllar için epey uzun geçecekti.
Surlarda umutsuz bir bekleyiş hakimken. Destan'ın odasında ise daha büyük bir bekleyiş vardı. Samuel oğlunun yatağının başında oturmuş onun uyanmasını bekliyordu. Ona kalsa çoktan Destan'ı uyandırmış olurdu ancak Runa, Destan'ın sadece bir iki saat uyanık kaldığını geri kalan zamanlarda dinlendiğini söylemişti. Destan saatlerinin tümünü uyuyarak geçiriyordu. Samuel elini Destan'ın başına koyduğunda yüzünü buruşturdu.
"Ateşi hala yüksek. Çok fazla terliyor. Ben gidip Karin'i bulayım."
Samuel ayağa kalktı ve odanın köşesinde oturmuş ona bakan kızla göz göze geldi. Runa, Samuel'e soğuk bir şekilde baktı.
"İyi olur. En azından onun için bunu yapabilirsin."
Runa'nın sesinden sinirli olduğu belliydi. Samuel derin bir nefes verdi ve odadan ayrıldı. Destan'ın surat ifadesi ise yavaş yavaş değişti. Yüzünde acı çeker gibi bir ifade vardı. Kabus gördüğü her halinden belliydi. Runa ayağa kalktı ve Destan'ın yanına geldi. Destan nefes nefese kalmış bir şekilde uyandı. Runa, Destan'a baktı ve endişeli bir şekilde konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Destan - Kitap 1 (TAMAMLANDI)
FantasyArien Krallığının sınır topraklarında binlerce kişi toplanmıştı. Bu insanların amacı yok olmaktan kaçmaktı. Çünkü yeni kurulan Kızıl Birliği ölüm gibi onların üstüne çökmüştü. Gökyüzü tamamen karanlık bulutlarla kaplıydı ve sayısız şimşek çakıyordu...